Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde yapılan kabine toplantısının ardından açıklamalarda bulundu, soruları yanıtladı.
Toplantıda, iç güvenlik ve dış güvenlik konularının ele alındığını belirten Kalın, Ticaret Bakanlığı ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının da kendi konuları ile ilgili sunum ve değerlendirmeleri olduğunu aktardı.
Kalın, Suriye'de yaşanan gelişmeler, terörle mücadele, Doğu Akdeniz ve Libya'daki gelişmelerin detaylı bir şekilde ele alındığını, bu bağlamda Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve MİT Başkanlığının sunumları olduğunu belirtti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın takdim konuşmasında Bahar Kalkanı Harekatı ile neyin hedeflendiğini kabine üyeleriyle paylaştığını aktaran Kalın, "Özellikle İdlib'de verdiğimiz mücadelenin herhangi bir toprak elde etme amacıyla yapılmadığını, buradaki siyasi sürecin önünü açmak ve sivillerin korunmasını sağlamak amacıyla yürütülen bir mücadele olduğunun altını çizdi." diye konuştu.
Bahar Kalkanı Harekatı ile rejime ciddi zayiatlar verildiğini vurgulayan Kalın, "Meşru müdafaa hakkı çerçevesinde bu mücadelemizin devam edeceği de kararlılıkla ifade edildi." dedi.
Rusya ziyareti
Kalın, hem sahada hem masada güçlü olmak prensibi çerçevesinde, Türkiye'nin ulusal güvenlik sorunlarını teminat altına alacak adımları yoğun bir şekilde atmaya devam etiklerine işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu çerçevede Sayın Cumhurbaşkanımızın bir Moskova ziyareti olacak ve burada Sayın Putin'le ve heyeti ile İdlib'de atılabilecek adımlar konusunu da etraflı bir şekilde ele alma imkanımız olacak. Moskova'ya giderken bizim temel çerçevemiz daha önce Rusya Federasyonu ile imzaladığımız İdlib Mutabakatı çerçevesinde acilen bir ateşkesin sağlanmasıdır. Burada 2018 yılında yaptığımız bu mutabakat çerçevesinde İdlib çatışmasızlık bölgesindeki ihlallerin bir an önce sona erdirilmesi temel beklentimizdir. Böylece hem üzerinde mutabık kalınan bu anlaşma hayata geçirilecek hem çatışmalar sonlandırılacak hem de mülteci krizinin aşılması noktasında da önemli bir adım atılacaktır."
Türkiye'nin Rusya ile kapsamlı ilişkileri bulunduğunu vurgulayan Kalın, "Özellikle İdlib'de yaşanan hadiseler çerçevesinde bir ortak anlayışla bir mutabakata varma ümidiyle gidiyoruz ama buraya giderken dediğim gibi Türkiye'nin pozisyonunun son derece açık ve net olduğunu da bir kez daha ifade etmek istiyorum." diye konuştu.
Suriye krizinin çözümünün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin aldığı 2254 nolu karar çerçevesinde belirlenen temel ilkeler olduğunu aktaran Kalın, şunları söyledi:
"Bir askeri çözümden ziyade siyasi sürecin ilerletilmesi, Anayasa Komisyonu'nun çalışmalarını bir an önce tamamlanması, Suriye'de meşru, şeffaf uluslararası gözlemcilere açık bir seçimin gerçekleştirilmesi ve Suriye halkının ve mültecilerin iradesini sandığa yansıtacak bir seçimin yapılarak orada demokratik meşruiyeti olan, kuşatıcı, çoğulcu, şeffaf bir yönetimin iş başına gelmesidir. Bu manada da Esad rejiminin dün açıkladığı, basından öğrendiğimiz kadarıyla, nisan ayında bir seçim yapılacağına dair ilanının da hiçbir hükmünün olmadığını, bunun geçen sefer yapılan seçimden hiçbir farkının olmayacağını, ne bizim ne de Suriye halkı nezdinde ne de uluslararası toplum nezdinde bir meşruiyetinin bulunmayacağını da tekrar ifade etmek istiyorum."
"Külfet paylaşımı olmazsa herkesin yükü artar"
Suriye'de yaşanan gelişmeler bağlamında bir sığınmacı krizi ile de karşı karşıya olunduğunu ifade eden Kalın, şöyle konuştu:
"Aslında bu kriz geçtiğimiz hafta ya da geçtiğimiz ay ortaya çıkmadı. Sayın Cumhurbaşkanımız müteaddit kereler geçtiğimiz yıllar içerisinde bu krizin artık taşınamaz, yönetilemez bir noktaya geldiğini birçok vesile ile ifade ettiler. Fakat maalesef Avrupalı dostlarımız 'mülteciler bize gelmediği müddetçe, sınırlarımıza dayanmadığı müddetçe bizim sorunumuz değildir, başkasının sorunudur' yaklaşımıyla bu meseleyi ele aldıkları için de bugün panik halinde 'bu göçü nasıl durdururuz' diye harekete geçmiş durumdalar. Külfet paylaşımı olmazsa herkesin yükü artar."
Bu ilke çerçevesinde mülteci krizine bir çözüm bulunması için Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yoğun diploması trafiğinin devam ettiğini anlatan Kalın, bugün AB Konseyi Başkanı Charles Michel'in, iki gün önce de Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov'un Türkiye'de olduğunu hatırlattı.
Önümüzdeki günlerde mülteci krizine çözüm bulma noktasında temas, ziyaret ve telefon görüşmelerinin devam edeceğini vurgulayan Kalın, şöyle devam etti:
"Bizim tabii buradaki temel beklentimiz, çünkü sık sık soruluyor bu konu, 'Türkiye-AB mülteci anlaşması yürürlükten kalktı mı' veya 'revize edilecek mi, güncellenecek mi' diye... Öncelikle bu anlaşmanın temel hükümlerinin uygulanması dahi hızlı bir şekilde bu süreci rahatlatacaktır. Biz daha önce de birçok defa ifade ettik; 2016 yılından beri Türkiye bu anlaşma çerçevesinde üzerine düşen yükümlülükleri fazlasıyla yerine getirmiştir. Türkiye'nin çabaları, gayretleri, planlamaları sayesinde Avrupa'ya düzensiz göç önlenmiştir. Ama artık Türkiye'nin de kapasitesinin bir sınırı vardır. Bize Suriye'den, İdlib'den, başka yerlerden, Afganistan'dan, İran'dan, Libya'dan mülteci akını devam ettiği müddetçe ve bu mülteci akınına sebep olan siyasi kargaşa ve askeri çatışmalar devam ettiği müddetçe ne Türkiye'nin ne de bir başka ülkenin bu sorunu tek başına çözmesi elbette mümkün değildir."
İdlib ve Suriye meselesine çözüm ararken aynı zamanda Türkiye'ye verilen sözlerin yerine getirilmesinin de önem arz ettiğini belirten Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Türkiye-AB anlaşması çerçevesinde Schengen vize sistemine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının dahil edilmesi, öngörülen maddelerden biriydi ve bu gerçekleştirilmedi. Gümrük Birliği'nin güncellenmesi yine bu müzakerelerin bir başlığı idi, bu da hiçbir zaman gerçekleşmedi. Yeni fasılların açılması yine bu çerçevede öngörülen başlıklardan biri idi fakat bu da gerçekleşmedi. Ayrıca Türkiye'ye mülteciler için gönderilmesi öngörülen 3+3, yani toplamda 6 milyar avroluk yardım da sadece yarısı ödenmek suretiyle adeta böyle bir yavaşlatılmış film halinde orada bekliyor. Kalan kısmının ödenmesinin hızlandırılması konusunda AB bürokrasinin nasıl harekete geçeceğini açıkçası bilmiyoruz. Bu tabii ki onların kendi iç meselesi ama eğer mültecilere yardım konusunda özellikle bu zor şartlarda evlerinden, barklarından mahrum olan insanlara yardım etmek istiyorsa Avrupa Birliği ve ilgili kurumları hem bu kalan fonun hem de ilave fonların nasıl yönetileceğine dair hızlı, somut, öngörülebilir bir yol haritasını ortaya çıkartması gerekiyor."
Türkiye'ye vadedilen birçok konu bulunduğunu ancak bunların neredeyse hiçbirinin hayata geçirilmediğini anlatan Kalın, "Bunları da AB bürokrasisi, bizdeki mevzuat vesaire gibi gerekçelerle izah etmek inanın inandırıcılıktan son derece uzak. Bu kadar acil krizler varken, küresel boyutlara ulaşmış ve küresel iş birliği gerektiren meseleler varken AB'nin bürokrasisini buna gerekçe olarak göstermek çok kabul edilebilir değil." dedi.
Terörle mücadele
Fırat'ın doğusunda, Rasulayn ve Telabyad bölgelerinde terörle mücadelenin kararlı bir şekilde devam ettiğini vurgulayan Kalın, bu doğrultuda PKK terör örgütü ve onun uzantıları olan PYD-YPG ile DEAŞ terör örgütüne karşı mücadelenin sürdüğünü ifade etti.
Konuya ilişkin toplantıda bilgi sunulduğunu aktaran Kalın, "Bu bölgede istikrarın sağlanması ve sivillerin hayatının normalleştirilmesi için çabalarımız yoğun bir şekilde devam edecek. Yani gündemin sıcaklığı içerisinde biz İdlib'e yoğunlaşırken Türkiye'nin kontrolü altında bulunan Azez gibi, Cerablus gibi, El Bab gibi, Telabyad ve Rasulayn gibi bölgelerde gerçekten bir istikrarın, sükunetin olduğunu da göz ardı etmemek lazım." diye konuştu.
Kalın, bu durumun bir gerçeği daha ortaya çıkardığına işaret ederek, açıklamalarını şöyle sürdürdü:
"Zaman zaman çeşitli taraflardan, rejim taraftarı çevrelerden, bu bölgelere, yani rejimin kontrolü altında olan bölgelere sivillerin ya da mültecilerin gönderilmesinden bahsediliyor. Ama gerçek şu ki ne yerlerinden edilen Suriyeliler ne de mülteci konumuna düşmüş olan Suriyeliler rejimin kontrolü altında olan bölgelerde yaşamak, buralara geri dönmek istemiyorlar. Onlar, tersine, rejimin kontrolünün olmadığı, Türkiye'nin kontrolünde olan bölgelerde kendilerini daha güvende hissediyorlar. Dolayısıyla BM ilkeleri çerçevesinde mültecilerin güvenli, gönüllü ve onurlu bir şekilde geri dönüşü sağlanacaksa bunun şartlarının mutlaka Suriye sahasında oluşturulması gerekiyor. Bunun için de tabii ki bizim hem Batılı müttefiklerimizden hem NATO'dan hem Avrupa Birliği'nden hem de diğer ülkelerden beklentimiz güzel söz ve temennilerin ötesinde somut, öngörülebilir, bir takvimi olan yardım sürecini, iş birliği sürecini başlatmalarıdır. Bu gerçekleşmezse bu yükü ne Türkiye'nin ne de bir başka ülkenin tek başına kaldırması elbette mümkün değildir."
Kabine toplantısında, Libya'daki gelişmelerin de ele alındığını belirten Kalın, "Burada da süreci çok açık ve net bir şekilde görüyoruz. Meşruiyeti olmayan Hafter yönetiminin her gün ilan edilen ateşkesi nasıl ihlal ettiğini, insanların ölümüne sebep olduğunu, havaalanlarını nasıl bombaladıklarını, sivil uçakları hedef aldıklarını görüyoruz. Artık uluslararası toplumun da bunu açık ve net bir şekilde görmesi ve buna göre adım atması gerekiyor. Müeyyidesi olmayan açıklamaların bir karşılığının olmadığını ifade etmek gerekir." ifadesini kullandı.
Libya'nın doğusundaki gayrimeşru silahlı güçlerin lideri Halife Hafter'e karşı uluslararası toplumun bir tavır sergilemezse bu ihlallerin devam edeceğine dikkati çeken Kalın, şöyle konuştu:
"Libya'daki krizin daha da derinleşerek daha fazla can kaybına yol açacağı açıktır. Türkiye olarak uluslararası meşruiyeti olan ulusal mutabakat hükümeti ile yaptığımız anlaşma çerçevesinde oraya askeri eğitim ve danışmanlık hizmeti veriyoruz. Bizim bu müdahalemiz sayesinde artık herkes şu gerçeği görüyor ki Libya'daki sürece, çatışmaya bir denge gelmiştir ve bu Türkiye'nin çabaları sayesinde olmuştur."
Türkiye'nin hem meşru Libya Hükümetinin hem de Libya halkının yanında olmaya devam edeceğini belirten İbrahim Kalın, "Yaptığımız görüşmelerde de Amerikalı muhataplarımız olsun, Avrupalı muhataplarımız olsun artık kendileri Türkiye'nin bu hamlesinin sürece denge getirdiğini ve daha kötü sonuçların ortaya çıkmasını önlediğini kendileri açıkça ifade etmektedirler." diye konuştu.
Kalın, toplantıda Doğu Akdeniz'deki gelişmelerin de ele alındığını, Türkiye'nin orada hak ve menfaatlerinden vazgeçmeyeceğini hem hidrokarbon kaynaklarının ortaya çıkartılması hem de Kıbrıs Türklerinin hak ve hukuklarının korunması konusunda kararlılığın net bir şekilde vurgulandığını ifade etti.
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını ile ilgili olarak da Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın değerlendirmelerini paylaşan Kalın, şöyle devam etti:
"Giderek yayılan bu virüsle ilgili Türkiye'de çok ciddi tedbirler alındı ve bu tedbirler çok disiplinli bir şekilde de uygulanmaya devam ediyor. Dün Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında konu ile ilgili bütün birimlerimizin, bakanlıklarımızın ve sağlık politikaları kurulumuzun bulunduğu bir toplantı yapıldı. Burada şu ana kadar alınan tedbirler gözden geçirildi. Tabii salgının birçok Avrupa ülkesine, İran'a ve başka ülkelere yayılmasıyla bizim de teyakkuz halinde olmamız gayet normal.
Hamdolsun şu ana kadar Türkiye'de bir vaka görülmedi. Bu, alınan tedbirlerin fayda sağladığını, netice verdiğini gösteriyor. Burada özellikle Sağlık Bakanımızın da bir mesajını sizinle paylaşmak istiyorum; vatandaşlarımızın özellikle Bakanlığımızın uyarılarına dikkat etmesi ve bunları titizlikle uygulaması büyük önem arz ediyor. Bununla ilgili Sağlık Bakanlığımızın mütemadiyen yaptığı açıklamalar var ve bunların takip edilmesi hem genel kamu sağlığı açısından hem de koronavirüsle ilgili alınacak tedbirlerin uygulanması açısından büyük önem arz ediyor."
"Söz, insana mahsus bir haslettir"
CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç'un Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik açıklamalarını nasıl değerlendirdiği sorulan Kalın, şu yanıtı verdi:
"Söz, insana mahsus bir haslettir. Bugün edilen o sözler söz değildir, bir insana ait olabilecek sözler değildir. Yapılan suçlamaları cevap vermeye dahi değer bulmuyoruz ama hakkın teslimiyeti açısından, hakkaniyet açısından şu birkaç hususu ifade etmek zarureti hasıl olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milletiyle ne zaman bir düşmanıyla mücadeleye başlasa bu PKK olabilir, bu onun Suriye'deki PYD/YPG gibi uzantıları olabilir, bu FETÖ terör örgütü olabilir, bu DEAŞ olabilir, bu eli kanlı Esed rejimi olabilir, CHP zihniyetinin maalesef bir şekilde ortaya çıktığını ve bu düşmanlarla aynı safta yer aldığını görüyoruz. Milletimiz, biz eli kanlı PKK terör örgütüyle ve onların uzantılarıyla mücadele ederken onların yanında saf tutan, onların siyasi uzantıları ile ittifak yapanlara ne isim verileceğini gayet iyi bilir.
Biz bu ülkeyi ele geçirmek ve emperyalist güçlere peşkeş çekmek isteyen FETÖ terör örgütüne karşı mücadele ederken onlara kol kanat germeye çalışanlara ne isim verileceğini gayet iyi bilir. Biz DEAŞ terör örgütüyle her cephede sonuna kadar göğüs göğüse mücadele ederken şu veya bu gerekçeyle Türkiye'nin bu mücadelesini gölgelemeye lekelemeye çalışanlara ne isim verileceğini halkımız, milletimiz gayet iyi bilir.
Çoluk çocuk demeden yüz binlerce insanın kanına giren Esed rejimi ile biz mücadele ederken orada şebbihaların, varil bombalarının, intikam tugaylarının sahibi olan, talimatını veren kişilerle yan yana duranların, gidip fotoğraf verenlerin isminin ne olduğunu milletimiz gayet iyi bilir."
"Somut neticelerini de sahada açık bir şekilde görmek istiyoruz"
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump görüşmesinde gündeme gelen hava savunma sistemi ile ilgili son durumun ne olduğu ve bu konuda şu ana kadar somut destek sözü veren olup olmadığı sorulan İbrahim Kalın, "Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımızın, Sayın Trump ile bildiğiniz gibi geçen hafta bir telefon görüşmesi olmuş ve bu konu konuşulmuştu. Şimdi ilgili birimler arasında bu konunun değerlendirmesi devam ediyor." dedi.
Konuyla ilgili birtakım mesajların geldiğini, bunların bazılarının kamuoyuyla paylaşıldığını, bazılarının ise kendilerine iletildiğini söyleyen Kalın, şöyle devam etti:
"Olumlu birtakım gelişmelerin olduğuna dair işaretler alıyoruz. Tabii bizim beklentimiz Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere bütün NATO müttefiklerimizden özellikle Suriye'de ve İdlib'deki durumu kontrol altına almak, çatışmaları önlemek ve sivilleri korumak için somut, öngörülebilir adımların atılmasıdır. Bunun için de Türkiye'nin, NATO çerçevesinde gündeme getirdiği bir dizi tedbir var.
Geçtiğimiz hafta yine NATO Konseyi acil toplantıya davet edilmiş, 74'üncü madde çerçevesinde ve orada Türkiye olarak NATO'dan beklentilerimizi açık bir şekilde ortaya koymuştuk. Hem bu çerçevede hem ikili düzeyde hem de DEAŞ ile mücadele koalisyonu çerçevesinde atılabilecek pek çok adım var. Bu Türkiye'nin hava savunma sisteminin kuvvetlendirilmesi olabilir, Türkiye'ye başka alanlarda ekipman, mühimmat yardımı şeklinde olabilir. Bunlarla ilgili olumlu birtakım gelişmelerin olduğunun işaretini alıyoruz ama biz tabii ki somut neticelerini de sahada açık bir şekilde görmek istiyoruz."
"Avrupa şu an kendi değerlerini, kendi eylemleriyle test ediyor"
Türkiye'nin sığınmacılara sınır kapılarını açmasının ardından AB'nin Yunanistan'a yardım yapma kararı almasının nasıl değerlendirilmesi gerektiği yönündeki bir soruya Kalın, şu cevabı verdi:
"Kapıların açılması meselesi bilindiği gibi bu yaşadığımız sürecin bir nirengi noktasıdır. Bu Avrupalı dostlarımız için bir sürpriz olmamalıdır. Çünkü bu konuyu Cumhurbaşkanımız, aylardır hatta birkaç yıldır çok açık ve net bir şekilde dile getirmektedir. Biz hiç kimseyi burada iradesi hilafına zorla tutamayız. Karşı tarafın da bu Yunanistan olur, Bulgaristan olur başka Avrupa ülkeleri olur, uluslararası hukuk ve insani hukuk çerçevesinde de bu insanları alma mecburiyeti vardır. Biz nasıl bu insanları alıp Türkiye'de temel insan hakları çerçevesinde temel ihtiyaçlarını karşılıyorsak, diğer ülkelerin de bu hakları karşılama mecburiyeti vardır. Burada bir Avrupai ya da Avrupa merkezci bir istisnacılık asla kabul edilemez. Uygulamaları görüyoruz. Birkaç gündür sınırda, aradaki bölmede, oraya geçmeye çalışan mültecilere nasıl muamele edildiğini görüyoruz. Şimdi temel insan hakları, insan onuru, yaşam hakkı gibi kavramları sürekli dile getiren Avrupalıların, bu yaşananlar karşısında nasıl tavır alacağı büyük önem arz ediyor. Aslında Avrupa şu an kendi değerlerini, kendi eylemleriyle test ediyor. AB başkanlarının, temsilcilerinin oralarda fotoğraf vermesi, destek olması kendi bilecekleri bir şeydir ama bugüne kadar rakam verecek olursam maksimum 100 bin civarında mülteci almış olan Yunanistan'a acilen 100 milyonlarca avro yardım fonunu harekete geçirebilen Avrupa Birliği'nin, 4 milyon civarında mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye söz konusu olduğunda bürokrasiden, mevzuattan bahsetmesi çifte standarttır. İkincisi mülteci krizinin sorumlusu olarak Türkiye'yi göstermeye çalışan çevrelerin, öncelikle aynaya bakmaları gerekir. Bu krize neyin neden olduğunu, krizin çözümü için kimin ne yaptığını ve kimin yapmadığını oturup çetelesini çıkartmalarında fayda vardır."
"AB ne kadar hızlı adım atarlarsa o kadar hızlı mesafe alma imkanımız olacak"
Kalın, Türkiye'nin sığınmacılara sınır kapılarını açma kararının süresinin sorulması üzerine, şu değerlendirmede bulundu:
"Bizim amacımız, bu kapıları açmak suretiyle suni bir kriz yaratmak, buradan bir siyasi baskı oluşturmak, buradan birtakım menfaatler elde etmek asla değildir. Biz mültecileri hiçbir zaman bir siyasi şantaj konusu olarak görmedik. O yüzden Cumhurbaşkanımızın açık kapı politikaları çerçevesinde yüz binlerce insana kapılarımızı, gönüllerimize açtık. İmkan ve kabiliyetlerimiz çerçevesinde elbette onlara insani yardım yapmaya da devam edeceğiz ama külfet paylaşımı ve Türkiye-AB Mülteci Anlaşması çerçevesinde adımlar atılmadığı müddetçe bizim tabii ki artık bu yükü taşıma imkanımız kalmamıştır. Dolayısıyla Avrupa Birliği ve ilgili taraflar ne kadar hızlı adım atarlarsa bu krizin çözümü ile ilgili de o kadar hızlı mesafe alma imkanımız olacaktır."
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel arasındaki görüşmede sığınmacıların külfetinin paylaşılmasının gündeme gelip gelmediğinin sorulması üzerine Kalın, şu bilgileri verdi:
"Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın, Sayın Michel ile yaptığı görüşmede somut bir öneri sunulmadı. Fakat bununla ilgili bir çalışma yapıldığı mesajı iletildi. Tabii ki bunu somut olarak görmek isteriz. Burada bildiğiniz gibi bu konularla ilgili yani finansman olsun, atılacak diğer somut adımlarla ilgili kararlar, Konseyden ziyade Komisyon üzerinden yürüyor. Tahmin ediyorum Avrupa Birliği Komisyonu da bu konuda bir çalışma yürütüyor. Geçen hafta bildiğiniz gibi Cumhurbaşkanımızın Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile bir telefon görüşmesi olmuştu. Belki önümüzdeki günlerde bazı yeni temaslar da olabilir. Bu çerçevede biz bu adımları nasıl şekillendireceklerini yakından takip edeceğiz ama bugün itibarıyla masaya konmuş somut bir öneri yok. Umarım kısa sürede bu planlı bir şekilde teşkil ederler, bize ulaştırırlar ve mutabık kalmamız halinde de bunu hızlı bir şekilde hayata geçiririz."