Konya’nın en özgün sayfası Güzel Gonyam, 5’inci dergisini çıkartıyor.
Konyalılar ile buluşacak dergide, ikinci kez aday gösterilerek ilçe tarihine geçen Meram Belediye Başkanı Mustafa Kavuş ile sıra dışı bir röportaj da yer alıyor.
“MERAM” DEYİNCE İÇİM GİDER, ÜZERİNE TİTRERİM"
Röportaji gerçekleştirilen Selman Selim Akyüz, girişi şu cümlelerle yaptı:
“Bu sayımızda da şehrin yöneticilerini tanımaya devam ediyoruz. Meram Belediye Başkanı Mustafa Kavuş’a konuk olduk. Tabi bizim konumuz onların yaptığı belediye hizmetleri ve başkan kimlikleri değil Konya ile olan bağları. Sayın Kavuş da tam bir Konyalı. Özbeöz, has Meramlı. Kendisiyle Meram’ı, Konya’yı, çocukluk ve gençlik yıllarını konuştuk.”
İşte Selman Selim Akyüz’ün soruları ve Meram Belediye Başkanı Mustafa Kavuş’un verdiği samimi cevaplar…
Selman Selim Akyüz: Sayın Başkanım, Güzel Gonyam’ın talebini kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Sizi tanımak isteriz öncelikle. Mustafa kavuş kimdir, nerede doğmuştur, nerede büyümüştür? Bunları merak ediyoruz.
Mustafa Kavuş: Ben de hoş geldiniz diyorum. Güzel Konyam'ı seviyoruz?
Selman Selim Akyüz: Bir düzeltme yapalım başkanım. “Konyam” değil, “Gonyam” olacak (gülüşmeler).
Mustafa Kavuş: Güzel Gonyam tabi, düzeltelim. Ben de genelde öyle konuşurum aslında. Ben Meramlıyım. Ata toprağımız Bozkır ama doğma büyüme Meramlıyım. Yaşım 49. Bir tarafımız eskiden Armağan Mahallesi, şimdi Melikşah oldu. Diğer tarafımız da Pirebi Mahallesi. İki dededen dolayı öyle söylüyorum. Annemin mahallesi Pirebi, Babamın mahallesi de eski Armağan Mahallesi. İki tarafın da kendine göre farklı özellikleri var. İki tarafın da kültürel zenginliğini almış oldum. Bu manada Meram’ı tam yansıtırım diye düşünürüm.
Yaşam biçiminden, oturdukları evlerden, yaptıkları mesleklere kadar… Bir dedem hurdacıydı. Hemen Meram Sanayi’nin oradaki kaldırılan hurdalıkta. Diğer dedem keresteciydi. Mesleklerini bırakıncaya kadar onların yanında geçirirdim vaktimi. Eskiden dedelerin babaannelerin, anneannelerin yanında yetişirdik. Ben de onların o güzelliğiyle yetiştim. Hafız oldum, sonra İmam Hatip Lisesini bitirdim, arkasından da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldum. Selçuk Üniversitesi'nde de yüksek lisansımı tamamladım.
“TİCARETİN İÇİNDE BÜYÜDÜM VE BANA ÇOK ŞEY KATTI”
Geçmişim ticarete dayalı. Çocukluktan beri baba dükkanı olan konfeksiyon mağazasında, Zafer’de eski İdman Yurdu Pasajı’nın içinde konfeksiyon işiyle uğraşıyorduk. Ta ki 2001’deki kriz oluncaya kadar. Krizden önceki yıl, büyük bir mağaza açmıştık, Alaaddin tepesinin etrafındaki o cadde üzerine. Maalesef krize yakalandık ve bir gecede birçok şeyimizi kaybettik. Tam da evlendiğim yıllardı. Hem okuyup hem çalışıp hem de evliliği de yürütmek zorundaydım. Başkalarının yanında çalışmaya başladım. Unlu mamul sektörüne girdim. Dondurma ustalığım vardır. İyi dondurma çekerim. Sonra bir buçuk seneye yakın ecza deposu ve tavukçuluk, yumurtacılık sektöründe çalıştım. Hatta Konya Büyükşehir Belediyesine başlamadan önceki son işim de buydu. Ankara'da üniversite okurken de 2 sene yayıncılık ve kitabevi çalıştırmıştım, Hacı Bayram Kitapçılar Çarşısında. Elhamdülillah bileğimde epey bir altın bilezik var.
"İYİ İLETİŞİM KURMAK BAŞARININ ANAHTARI"
2004 yılında büyükşehir belediyesine başladım. 15 yıl sürdü. AK Parti’nin ilk belediye başkanı Tahir Akyürek Bey’in döneminde başladık. Murat Kurum Bey bakan oluncaya kadar devam etti. Murat Kurum Bey'in Bakanlığında da onun ilk danışmanı olanlardan birisiydim. Daha sonra bir yol açıldı. Kendi şehrimize dönüp kendi ilçemizde belediye başkanlığı yapmak nasip oldu. Halkımız da teveccüh edip desteğini verince yaklaşık 5 yıldır da bu görevi yerine getiriyorum.
Şu anda yaptığımız işi, belediye başkanlığını düşündüğümüz zaman geçmişteki esnaflıktan ve iş hayatından getirdiğim çokça birikimin faydasını görüyorum. İdarecilikle ve yöneticilikte benim için birer kılavuz oluyor bu tecrübeler. En büyük avantajım tezgahtarlıktan beri esnaf olarak yetişmiş olmam. Hemşerilerimizle iletişim kurarken onları çok daha iyi anladığımı düşünüyorum. Onlar da siz anlıyor. Ben “15 tane yabancı dilim var” diye bahsederim her zaman. Yabancı dili kast etmiyorum tabi, halkın her kesiminin dilinden, duygusundan bahsediyorum. Hacı amcayla da, hacı teyzeyle de konuşurum, rockçısıyla, metalcisiyle de konuşabilirim. Yani farklı kültürlerde yetişmiş farklı insanların hepsiyle aynı dili konuşabiliyorum ve onların ne istediğini, ne beklediğini anlayabiliyorum. İyi iletişim kurduğunuz zaman başarısız olmak da işin açıkçası çok zor. Allah da yardım etti. En çok istediğim şeylerden biri, içinde bulunduğum toplumda, komşuların, akrabalarımızın arasında, ilçemde, ilimde iyi bir insan olarak anılmak. Yaptıklarınız gelir geçer ama iyi anılmak her zaman sizin üzerinde durur ve ölürken de insanlar şahitlik eder. “Biz onu iyi bilirdik” cümlesi sizin ne kadar çok çalıştığınızdan öte toplumda bıraktığınız izle ilgili. Elhamdülillah, bu konuda epey yola kat ettiğime inanıyorum. Kiminle tanışsak, kiminle görüşsek, farklı kesimlerden farklı zihniyetten insanlarda bile güzel iz bıraktığımızı görüyorum. Bu benim için bir şükür sebebi.
“MERAM” DEYİNCE İÇİM GİDER, ÜZERİNE TİTRERİM”
Selman Selim Akyüz: “Meram” deyince sizde hangi his uyanıyor veya aklınızda nasıl bir resim canlanıyor?
Mustafa Kavuş: Meram deyince içim gider. Yani böyle üzerine titreriz. Hani üç oğlunuz olur, bir de kızınız vardır ya. Meram, o kız çocuğu gibi, öyle narin, naif, böyle sevilesi, kendini sevdiren… Meram öyle bir yer.
Selman Selim Akyüz: Çocukluğunuz nasıl geçti, neler yapardınız?
Mustafa Kavuş: Çocukluğum Meram Aşkan Mahallesinde geçti. Baba evim hala oradadır. İlahiyatın, Eğitim Fakültesinin arka tarafı, çocukluğumun geçtiği yer. Çocukluğumda yapmayı sevdiğim şey, bu dönemin komik gibi gelen ama o dönemin en popüler oyunlarını oynamaktı. Mesela yakan top çok oynardık. Ben iyi basket oynardım, basketbolu çok severdim. Üniversitede bizim evin orada olunca onların sahasında da çokça maç yapardık arkadaşlarla. Yine bilya, çekirdek, gazoz kapağından tutun tekerlek çevirmeye varıncaya kadar oynardık. Ve tabi bunların içinde de en güzeli bisiklete binmekti. Bakkaldan veya evden deşirdiğimiz nevaleyi alıp Meram Dere'ye, Meram Son Durak’ın oraya gidip kendi çapımızda piknik yapmak, Meram Çayında yüzmek güzeldi. Çocukken çayda yüzmezseniz Meramlıyım diyemezsiniz. Bu yüzden öz Meramlı, has Meramlı denir ya, öyle yetiştim.
“BİNA YAPARKEN ŞEHRİN KÜLTÜRÜNÜ YIKMAMALIYIZ”
Selman Selim Akyüz: Şehrin büyümesi sizi rahatsız ediyor mu?
Mustafa Kavuş: Evet, kültürel özelliklerin kaybolması kesinlikle rahatsız ediyor ve bazen “ben bu dönemin insanı değilim. Ben daha geçmiş dönemlerde yaşaması gereken bir insanım” hissiyatını taşıyorum. Kalabalık şehir hayatında birçok şey sahte geliyor: Evler, binalar, işler, insanlar, ilişkiler birçok şeyin çok sahte ve sanal olduğunu düşünüyorum. Evet o dönemde de yalan vardı, kötülükler vardı, kavga vardı ama her şey daha gerçekti sanki. Sosyal medya veya internet olmadığı için herkesi kendimiz gibi zannederdik ya da öyle biliyorduk, öyle bilmek iyiydi. Sosyal medya insanların farklı yüzlerini ortaya çıkarıyor ve sanal dünyada, gerçekte olduklarından farklı görüyorsunuz. Belediye başkanlığını ayrı tutuyorum, bizim görevimiz ayrım yapmadan herkese hizmet etmek tabi ki ama toplumsal açıdan bu da insanı üzüyor. Dolayısıyla geleneklerine bağlı büyüyen de birisi olarak üzülmemek elde değil. Yine de bu manada toplumumuz hala diri ve bizim Meram’da da eski nesil mahalle dediğimiz, komşuluk ilişkilerin iç içe olduğu, cenazesinde, düğününde herkesin birbirine koştuğu, akşam oturmalarının olduğu mahallelerimiz var. Şehirleri yenilerken sadece binalar gitmiyor, insanların geçmişi, yaşam tarzları, gelenekleri de aynı eski binaların yıkılması gibi yıkılıyor. Sokaklarla birlikte hatıralar da siliniyor. Buna şahit olmak, gerçekten icimi acıtıyor.
Selman Selim Akyüz: Bunun bir çözümü yok sanki. Çünkü şehir büyüdükçe yeni konutlara ihtiyaç oluyor. Eskiler konforlu değil. Ne dersiniz?
Mustafa Kavuş: Ben ilçem ile ilgili söyleyeyim. Mesela ben ilçemin büyümesinin karşısındayım ama gelişmesinin taraftarıyım. Büyümekle gelişmek birbirinden farklı. Meram nüfusu şu anda yaklaşık 370 bine dayandı. Ben mesela 400 bin olsun istemiyorum. Benim derdim, insanlar yaşadıkları mahallede, mutlu, mesut, bahtiyar yaşasın. İhtiyaçlarını o mahallede çözsün, alt yapısı tamamlanmış olsun. Sosyal tesis imkanlarına yakınında ulaşabilsin. Bunlar için bırakın ilçe değiştirmeyi, mahalle değiştirmeye bile gerek olmayan bir Meram oluşturmak isterim. Bunu yapmaya çalışıyorum. Nüfus artmadan manevi dokuyu koruyarak yaşam kalitesini arttırmak.
“SU BÖREĞİ VE SARMAYI ÇOK SEVERİM”
Selman Selim Akyüz: Çocukluğunuzdan beri çok sevdiğiniz Konya yemekleri neler?
Mustafa Kavuş: Konya'nın sevmediğim yemeği yok ki (gülüyor). Yani ben yemek ayırmayayım. Konya'nın bütün yemeklerini severim. Biraz önce siz gelmeden önce de aynı şeyi konuşuyorduk. Bugün yemekhanede nohut yemeği var. Nohut, kuru fasulye ya da işte kış girdi, patates. Mesela bunlar yapılırdı. Sebze olarak da ıspanak, pırasa olurdu. Patlıcan yemeğini çok severim. Etliekmeği, kebabı Konya’da kim sevmez ki? Konya yemeklerinin hepsini istisnasınız severek, bayılarak yerim.
Selman Selim Akyüz: O zaman şöyle yapalım, ilk üç sıraya hangi yemekleri koyarsınız.
Mustafa Kavuş: İlk sıraya su böreğini koyarım. Su böreğinin hastasıyımdır yani. 6 yufkadan, ince ve kıymalı olacak tabi. Yağlı ve iyi kızaracak. Öyle kuru kuru da olmayacak. Ondan sonra yaprak sarmasını çok severim. Balcan (patlıcan) yemeğini çok severim. Meram’da evlerimizin bahçesinde kendi açtığımız cizilerle (sebze ekmek için açılan arklar) kendi domatesimizi, biberimizi yetiştiriyor, dalından yiyebiliyorduk. Annemin yaşı ilerlediği için zorlanıyor artık ama hala ufak tefek, marul, maydonoz ekip biçmeye çalışıyoruz. Yazın o sebzelerle yemek yapabiliyoruz. Bu yüzden Konyalı olmak zor. Yemeklerimiz güzel olduğu için dışarda, şehir dışında ikram edilen yemekleri zor beğeniyoruz (gülüyor).
“İNCE, UZUN, KUPKURU ETLİEKMEK YAPIYORLAR”
Selman Selim Akyüz: Etliekmeği nasıl seversiniz? Fırın kebabına gitseniz ne istersiniz?
Mustafa Kavuş: Kesinlikle Eski Konya usulü olacak. İnce uzun, kuru yapılan şeyleri, lahmacuna benzeyen etliekmeği hiç sevmiyorum. Öyle yapan ustaları da uyarıyorum. Ben bu konuda tutucuyum. Fırın kebabında da tabi “döküntü” diye sipariş veririm. Bizim Konya tabiriyle çıkla et dediğimiz, yani yağın bulaşığı dahi olmayan et parçası geliyor. Bu yenmez, yenmiyor, yani kupkuru oluyor. Kaymıyor boğazdan.
“BELEDİYEDE OTURAMAM, GICIMIK TUTAR, BEDESTEN’E KOŞARIM”
Selman Selim Akyüz: Kebapta döküntü istemek gerçek Konyalılığın bir işareti olsa gerek başkanım. Peki Konya’da kendinizi en çok Konyalı hissettiren, huzur veren mekan neresi?
Mustafa Kavuş: Bedesten ve Kapu Camii civarı tabiki. Zafer’de esnaflık yapmış ve orada büyümüş birisi olarak eskiden Bedesten ile temasım daha azdı ama Büyükşehir Belediyesindeyken, orayı restore ettikten sonraki süreçte sıkça gitmeye başladım. Bedesten’in kendisi tarihi değil Bedesten’in ruhu, orada yaşamın kendisi tarihi. Tescilli bina tabi ki korunacak ama asıl korunacak şey bu ruh ve orada. Elhamdülillah hala orada yaşıyor. Yani hiçbir ihtiyacım olmasa dahi Bedesten’e gezmeye giderim ki, görevim gereği de sıkça geziyorum. Burada, belediyede oturamam ben, gıcımık tutar. Ben dağlıyım biliyorsunuz. Canı tez de bir insan olunca işler biter bitmez muhakkak esnaf arkadaşların, insanların bulunduğu bölgelere gidip onlarla muhabbet etmeyi, yarenliği seviyorum. Çay, kahve, muhabbet ederiz. Onların da bu çok hoşuna gidiyor. Bu Bedesten’de müthiş yaşanır. Namazınızı kılacaksınız, yemeğinizi yiyip alışveriş yapacaksınız. Bu ruh değişmez. Konya ne kadar büyürse büyüsün Bedesten gibi bir yer asla bir daha olmayacak. Bu yüzden hala Konya tek merkezlidir diyebiliriz. Şehrin kalbi orası. Şehrin her kesiminden insan orada buluşuyor.
Bir de Meram Son Durak bölgesini çok severim. Taşköprü'nun etrafına vardığımız zaman Aydın Çavuş, havuz, oralar çocukluğumuzdan beri bizim oynadığımız, bisiklet sürdüğümüz, çaya girip yüzdüğümüz yerler. Oraya ne zaman gitsem kesinlikle 40 yıl önceye giderim. Gözümü kapatırım, kendimi dinlerim, tazelenir geri gelirim.
“HEM GELENEKÇİYİM HEM GENÇLERİN KANKASIYIM”
Selman Selim Akyüz: Lise yıllarınız nasıl geçti?
Mustafa Kavuş: Lise yıllarım Karatay bölgesinde, İmam Hatip Lisesi’nin olduğu yerde geçti. Bizim oradaki hayatımız Hayat Tostçusu, Biroğlu Baklavacısı civarındaydı. Hâlâ o esnaflar devam ederler. Ve çay ocakları. Zaten her öğrenci grubunun kendine yakın bir çay ocağı vardı. Bizimki de Hoşgör Çay Ocağıydı. Ocağa geçip çay demlediğim, diyafondan bakıp esnafa çay gönderdiğim olurdu. Ders aralarında, boşluklarda çay ocaklarına giderdik. Arkadaşlarla orada buluşursunuz, öğrenci usulü yemek yaptırır, yersiniz.
Kültürümüz geçmişimizdir. Aslında köktür. Yaşadığı şehri sevmeyen insanın o şehirde bulunmasını istemem ben. Yani buna milliyetçilik denmez, bir insan doğduğu şehri sevecek, oradaki yaşamı sevecek, oradaki insanları sevecek, kültürü sevecek, iyisiyle kötüsüyle doğrusuyla yanlışıyla sevecek. “Biz böyleyiz” diyerek kabul edecek. Bizi başkası sever, sevmez. Bu bizi ilgilendirmiyor ki, onların problemi. Biz bizi sevenleri bulup onlarla yolumuza devam edeceğiz. Konuşmamızı, şivemizi yadırgayanlar olduğunu görüyorum. Hemen İstanbul Türkçesiyle konuşuyorum ama sanki ben o ben olmuyorum. Şivesinden, yetişme tarzından utanmayan ve bunun karşılığı olduğunu bilen, kendisini bu şekilde seven yüz binlerce insan olduğunu da bilmek rahatlatıyor beni. Takıntım yok. Ama maalesef bazı gençlerde özenti çok oluyor. Sosyal medya ve plaza dili konuşuluyor. Belediye başkanıyım diye bazen benimle de böyle konuşuyorlar, “Rahat olun. Kendiniz olun, kankanız gibi konuşabilirsiniz” diyorum.
"'FAZLA ŞİY İTME' VE 'Bİ ŞİY OLMAZ' SÖZLERİNİ SEVMİYORUM"
Selman Selim Akyüz: Konya kültürü ve ağzı, konuşmasıyla ilgili aklınıza ne tür sözler, deyimler gelir.
Mustafa Kavuş: Konya’da çok kullanılan ve pek de sevmediğim ifade “bi şiy olmaz” cümlesi. Bir de “fazla şiy itme” var. Çok duyarım. “Şunu şöyle yapma” diyorsun, “ya bi şiy olmaz” diyor. Olur yahu olur. Bir şey olmaz diye diye yanlış şeyleri yapar hale geliyoruz. Kullananları uyarıyorum. Bazı eski deyimleri kullanınca da sanki yabancı dilde konuşuyoruz gibi algılanabiliyor tabi (gülüyor).
Sevdiğim sözlere gelince, “damat misafirliğe geleceğinde ahırdaki tana titrer” diye bir söz var. Çok güzeldir. Kayınvalideme bazen takılırım, inek titredi mi diye (gülüyor). İnek korkarmış gerçekten. Evin en değerlisi düşünün. Damat o kadar önemli yani Konya’da. Kız çocuklarına verilen değeri gösterir. Kızımızın gönlünü hoş tutsun diye de damada iyi bakılır.
“KONYA’YI HER ŞEYİYLE SEVİYORUM”
Konya’yı her şeyiyle seviyorum. İnsanları, doğrusuyla, eğrisiyle, iyisiyle, kötüsüyle Kapu Camisi’nin gülleriyle (meczuplar), her yönüyle seviyorum. Bazen “baş meczup benim” diye söylüyorum (gülümsüyor). Onlarla aram çok iyidir, çok da severim. Kimin duasıyla yürüdüğümüz belli değil. Ben onların çoğunun duasını aldığımı biliyorum, beni gördükleri zaman nasıl kucakladıklarını biliyorum. Çünkü ben de onları öyle kucaklıyorum.
Selman Selim Akyüz: Bizi ağırladığınız ve samimi sohbetiniz için çok teşekkür ederim başkanım.
Mustafa Kavuş: Ben teşekkür ederim. Güzel Gonyam’ı her ortamda takip ediyorum. Bazen paylaşıyorum, beğeniyorum. Gerçekten güzel şeyler yakalıyorsunuz. Sizin “Konya’nın Gülleri” sayfasını da takip ediyorum. Gülümsetiyorsunuz bazen de. Konya kültürüne, geleneğine, eski Konya’ya sahip çıktığınız ve yeni nesile duyurduğunuz için teşekkür ederim. İyi ki varsınız diyorum.