Muhaliflerin icraatlar, rakamlar ya da gerçekler üzerine köşeye sıkıştığı yerde en çok başvurduğu argüman Cumhur İttifakı’nı destekleyen insanları cehaletle, körlükle, düşünmemekle itham etmek.
Tayyip Erdoğan’ı destekliyorsanız; onda ve ona olan desteğinizde ısrarcı olduğunuz oranda trollükle, yobazlıkla, hatta gerçekleri görmemekle itham edilirsiniz.
Oysa bizim bu tavrımız aslında onların görmediği gerçekleri gördüğümüz için. Tarihten aldığımız dersler sayesinde, Tayyip Erdoğan’ın varlığının önemini, onun yerini alabilecek bir muhalif iktidarın bizi nerelere götürebileceğini gördüğümüz için.
Şimdi, gördüklerimizi size de aktaralım, ki siz de görün. Bazı konuların deneme-yanılma yöntemine teslim edilemeyeceğini, bazı sonuçların ise denemeden ve yanılmadan da görülebileceğini hep birlikte anlayalım.
Selçuk Bayraktar… Bu ülkenin en önemli değerlerinden biri. Onun öncülüğündeki İHA projelerinin bize kattıklarını bu yazıya sığdıramayız.
Ne dedi Selçuk Bey bir röportajında?
“Biz, yurtdışında öğrendiklerimizi, kendi ülkemizin menfaatleri için kullanmayı en başından beri planladık. Ancak ne kadar iyi mühendis olsak da Tayyip Erdoğan’ın gösterdiği irade olmasa bunu başaramazdık...”
Evet başaramazdı. Çünkü böyle bir irade varken dahi önüne bir çok engel çıkmıştı. O irade olmasaydı çok daha fazlası çıkacak ve bir şekilde engellenecekti.
ASELSAN, HAVELSAN, ROKETSAN, TUŞAŞ gibi bugün büyük başarılara imza atan savunma sanayii şirketlerimiz için de durum aynı. Hepsinin büyük sıçramalar yaşadığı dönem, Tayyip Erdoğan’ın iradesini arkalarında hissettikleri dönemdir.
Peki şimdi geldiği noktada, geri dönüşü olmayacak şekilde sağlama aldılar mı kendi-lerini?
Elbette hayır. O irade, bu şirketlerin arkasından çekilirse, uzun yıllar boyunca elde edilen birikim çok kısa sürede heba olabilir. Çünkü savunma sanayii şirketleri yoğunlukla devlete çalışır. Devlet isterse onları göklere çıkartır, isterse de yok olmalarına sebep olur.
“Devlete satamazsa yurtdışına satar” demeyin. Onu da devlet organize eder. Devlet is-temezse, Türkiye toprakları üzerinde üretilen hiçbir ürün, yurtdışına satılamaz.
Bu durumda sonuç bellidir. Bir süre pasifize edilen şirketler, ne kendini geliştirebilir ne de hayatta kalabilir.
İşte bizim şuan ki muhalefetin iktidara gelmesi durumunda yaşanacağını bildiğimiz en net durumlardan biri budur.
Bu gerçeği, siyasi gözlüklerimizle bakarak değil, tarihi gerçekleri görerek söylüyorum.
Daha önce yaşanmış, CHP tarafından bu ülkeye yaşatılmış bir gerçektir bu. Ve elbette bugünkü söylemlerine bakınca, ellerine fırsat geçerse yarın da yaşatacakları belli olan bir gerçek..
Nuri Demirağ ismini duymuşsunuzdur. Türkiye tarihinin en önemli sanayicilerinden biridir.
Demirağ soyadını, Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleştirdiği demiryolu projeleri sebebiyle almıştır. Rivayete göre bizzat Atatürk tarafından verilmiştir. Türkiye’nin o yıllarda yaptığı demiryolu ağının 1250 km’lik bölümünü Nuri Demirağ yapmıştır.
Dönemin zengin işadamlarındandır Nuri Bey. Dışardan uçak alımı için kendisinden bağış istendiğinde, bugün bile gururumuzu okşayan, şiarımız olması gereken şu cevabı vermiştir:
“Benden bu millet için bir şey istiyorsanız, en mükemmelini istemelisiniz. Mademki bir millet tayyaresiz yaşayamaz, öyleyse bu ya-şama vasıtasını başkalarının lütfundan bek-lememeliyiz. Ben bu uçakların fabrikasını yapmaya talibim.”
Ve dediğini yapar. Bir uçak fabrikası ku-rar. Bu uçakları uçuracak pilotların yetişeceği bir de pilot okulu açar. Okul, 1943 yılına kadar tam 290 pilot yetiştirir.
Ürettiği uçaklar Dünya havacılığı yolcu uçakları A sınıfına alınır. İlk siparişi de Türk Hava Yolları verir.
1941’de tamamen Türk yapımı ilk uçak İstanbul’dan Divriği’ye uçar. Ama bu kendini dünyaya ispatlamış olan Demirağ’ın uçakla-rının, kendi devletince kabul görmesine yetmez.
Bürokrasi devreye girer. Tekrar tekrar de-neme uçuşları istenir. Bu uçuşlardan birinde yaşanan bir pist kazası gerekçe gösterilerek THK siparişleri iptal edilir..
Nuri Demirağ, mahkemeye verdiği THK ile yıllar süren bir mahkeme sürecine girer. Mahkeme THK lehine sonuçlanır.
Ayrıca uçakların yurt dışına satılamaması için bir de kanun çıkartılır. Bu yüzden sipariş alamayan fabrika 1950’li yıllarda kapanır.
Demirağ’ın, o yıllarda dünyanın en büyük havalimanı Amsterdam Havalimanı büyüklüğünde olan, içinde büyük bir pisti de barındıran bütün kurulu tesisleri istimlak edilir. Bu tesisler, sonradan Atatürk Havalimanı olur
İspanya, İran ve Irak’tan alınan siparişler engellenir; elde kalan uçaklar hurdacıya sa-tılır. Nuri Demirağ’ın davayı kaybettikten sonra hükümet üyelerine ve cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye mektuplar yazarak yanlışlığın düzeltilmesi için yaptığı girişimler başarısız olur; fabrika tekrar açılmaz.
Ne tesadüf ki aynı dönemde ABD ile sa-vunma sanayii hibe anlaşmaları yapılır. Batı blokuna girmek adına kendi sanayiimizi durdurup; ABD’nin atıl, eski teknoloji silah ve ekipmanlarına tav oluruz.
Ve bu durum, çok uzun yıllar böyle devam eder..
Sözün özü; bu ülkenin güçlü kalmasını, daha da güçlenmesin istiyorsak, Tayyip Er-doğan ve Cumhur ittifakını iktidarda tutmak zorundayız.
Başta savunma sanayiimiz, son yıllarda elde ettiğimiz bütün kazanımların heba olmasını istemiyorsak; CHP ve “dostlarını”, iktidardan uzak tutmalıyız…
Çünkü CHP, açık açık olmasa da dolaylı yoldan, Tayyip Erdoğan döneminde büyük atılımlar yapmış olan savunma sanayiini sırf Tayyip Erdoğan’a mal olduğu için pasifize edeceğini her fırsatta beyan ve belli ediyor.
Buna izin veremeyiz…