BOND ÇANTA

Mehmet BAYKAN

Sınıfın kapısı sert bir şekilde açıldı birden. Bir müdür yardımcısı arkasında polis ve askerlerle sınıfa dalmıştı. Ne olduğunu anlayamayan öğrenciler birbirlerine, hoca öğrencilerine öğrenciler hocalarına şaşkınlık ile bakarken öndeki polisin bağırması ile bütün sınıf irkildi. “Beyler ayağa kalkın, hepiniz ellerinizi başınızın üstüne koyarak sıraların önüne çıkın.”

Okulların kapanmasını dört gözle beklemiş ve yaz tatilini hiç bu kadar özlememişti. Ülkenin diğer şehirlerine göre nispeten sakin bir ortama sahip olsa bile Konya’da da huzursuzluk her geçen gün artmakta lise ve üniversite öğrencileri arasında sağ sol kavgası hatta zaman zaman sağ sağ kavgası şeklinde olaylar yaşanmakta kimi zaman ölüm ile sonuçlanan kavgaların boyutu “Bu gidiş nereye ?” endişesinin tüm şehirde artmasına sebep olmaktaydı. Gidişin nereye olduğu yıllar sonra çok iyi anlaşılacaktı ama herkeste asker müdahale etse de memleket kurtulsa düşüncesi hakim olmaya başlamıştı. Öyle ya parti liderleri bir araya gelemiyor daha doğrusu gelmiyor, her gün gazetelerde boy boy ülke genelinde meydana gelen ölümlerin bilançoları yayınlanıyor, Anadolu Medeniyeti’nin göstergesi olarak farklı mezheplere mensup insanların yan yana yaşadığı kimi kentlerde büyük olaylar yaşanıyor, alınan sıkıyönetim tedbirleri de bir işe yaramıyordu.

Okullar kapanmış ve yaz tatili başlamıştı. Her zaman olduğu gibi yine takdirname ile lise 3. sınıfa geçmişti. 4 yıllık Teknik Lise eğitiminin sonuna doğru yaklaşıyordu. Hayalinde hep Hukuk Fakültesi okumak vardı ve bu uğurda lise eğitimini bir yıl daha uzatmayı bile göze alıp Endüstri Meslek Lisesi’nden Teknik Lise’ye geçmeyi başarmıştı. Temmuz ağustos derken eylül ayı gelmiş, kısa bir süre sonra okullar açılacak yeni bir eğitim yılı başlayacaktı. Yaz tatili demek babasının dükkânında çalışmak olduğu için o sabah da “Haydi kalk! Dükkâna geç kalacaksın.”denmesini bekliyordu ama ne annesi ne babası bir türlü odasına gelmemişti. Babam herhalde biraz yatsın dedi diye düşündü. Günlerden cumaydı. Kahvaltı yapar doğrudan Cuma’ya giderim diyerek tekrar uykuya dalmak üzereydi ki kapı açıldı ve odaya annesi girdi. “ Kalk oğlum ihtilal olmuş.” deyiverdi. “İhtilal mi ne zaman olmuş ya ?!”demesinden uykulu haliyle pek bir şey anlamadığı anlaşılıyordu ama babası da işe gitmediğine göre gerçekten bir şeyler olmuştu.

Olağanüstü şartlarda olağanüstü gelişmeler olmaya başlamıştı memlekette. Sokak kavgaları bıçak gibi kesilmiş, her gün yeni gözaltı ve tutuklama haberleri gazetelerde televizyonlarda çarşaf çarşaf yayınlanıyor, siyasetçilerin nasıl beceriksizlikler yaptıkları manşetleri süslüyor böylece zaten dip yapmış olan halkın siyasete ve siyasetçiye olan ilgisinin adeta iyice bitirilmesi hedefleniyordu. Ülkede yaşananlara paralel olarak şehirde de benzeri gelişmeler oluyordu. Birçok milletvekilinin gözaltına alındığı, şehrin manevi önderlerinin ve gençlik liderlerinin Dutlukırı’nda sorgusuz sualsiz tutulduğu kulaktan kulağa konuşuluyor, işlek caddelerin duvarlarına asılan arananlar listesinde herkesin tanıdığı simaların fotoğrafları yer alıyordu.

İhtilal şartlarında okulların açılması ertelenmişti. Ve nihayet o günkü sıkıyönetim şartlarında eğitim öğretimin başlayacağına kanaat getirilmiş olacaktı ki ilk ve orta öğretim okullarının açılacağı tarih açıklanarak öğrenciler okullarına kavuşmuştu. Kavuşmuştu da sıkıyönetim şartları okullarda da geçerliydi. Öğretmenler önceki yıllarda öğrencilerin kendilerine karşı disiplinsiz davranışlarının adeta intikamını alırcasına sert ve acımasızdı. İhtilali yeterli görmeyip biran önce idamların yapılması gerektiğini savunanlar bile vardı. İdeolojik birikimi ve dava bilinci olan kimi öğrenciler ise ders aralarında bile bir araya gelmekten çekiniyor okul bahçesinde biraz kalabalıklaşma olduğundaysa nöbetçi hocalar dağılın diyerek hemen müdahale ediyorlardı. Lider konumundaki kimi öğrenciler okullar açılmasına rağmen ortalıkta görünmezken bir kaç öğrencinin de  dersteyken gelen güvenlik görevlilerince götürüldüğü konuşulur olmuştu.

Dersler yavaş yavaş başlamış kitap eksikleri tamamlanmış ilk günlerde elde bir defter birkaç kitap okula giderken ertesi gün çanta ile gitmenin vaktinin artık geldiğine karar vermişti o akşam. Sabah babasının önceki yıl İstanbul’dan getirdiği Bond çantasını hazırlayıp okulun yolunu tuttuğunda her şey normaldi. Sınıfa girip çantasını açtığında birden büyük bir şaşkınlık yaşayacaktı. Çantanın gözünde ihtilal öncesi faaliyetlerine katıldığı Akıncılar Derneği, Milli Türk Talebe Birliği’ne ait marş kitabı, ders programı gibi dokümanlar çantanın gözünde duruyordu. Sevinsin mi üzülsün mü bilemedi. Zira ihtilal sonrası evde olmadığı bir pazar günü babasının oğlumu da alır götürürler korkusu ile dergi, kitap, kartpostal, kaset geçmişe ait ne varsa evin bahçesinde yakmış olmasına çok içerlemişti ama sesini de çıkartamamıştı. Hiç olmazsa bunlar kalmış diye sevinecek oldu fakat bu seferde içinde bulunulan olağanüstü şartlarda çantasında onları taşımanın suç oluşturabileceğini düşüncesine kapılıp kaygılanmak durumu ile karşı karşıya kalmıştı. Öğle yemeğine eve gidince kitap dolabıma saklarım diye düşündü.

Sınıf arkadaşlarının hepsi gibi o da ellerini başının üstüne koymuş bir şekilde bir polisin aramasından geçmişti ve öylece bekliyorlardı. Bu sırada iki poliste ahşap sıralarda arama yapıyorlar ve genelde çantaları açıp bakıyorlardı. Polis oturduğu sıraya yaklaştıkça heyecan, kaygı ve korku karışık bir duygu yoğunluğu gitgide artıyor böyle zamanlarda hep olduğu gibi yüzünün kıpkırmızı olduğunu hissediyordu. Gidenin hiç suçu yoksa bile en az altı ay Dutlukırı’nda tutulduğu zamanlardı ve kendisini orada görmeye başlamıştı bile. Normal şartlarda bir kaç kâğıt parçası denebilecek şeylerin o anda suç unsuru olarak görüleceğinden adı gibi emindi. Tüm bunları düşünürken yumduğu gözlerini açınca bir anda çantasının sıranın üstünde durduğunu gördü. Metal kilitler tak tak diye açılırken beyni zonklamaya başlamış neredeyse dizlerinin bağı çözülmek üzereydi. Geçmek bilmeyen saniyeler yaşanırken birden beklentisinin aksi yaşandı içine şöyle bir göz attığı çantayı polis memuru geri kapatıp sıranın üstüne bırakıverdi. Adeta bir mucize gerçekleşmişti! Yüzünün kızarmasının geçtiğini, dizlerinde kaybolan dermanın hızla geri geldiğini hissetmeye ve içinden çok şükür Yarabbi diye dua etmeye başlamıştı.

Müdür yardımcısı tarafından öğrencilerin bahçede toplanması anonsu yapılınca sınıf arkadaşları ile birlikte merdivenlere yönelirken olayın yaşandığı dersin hocasının kendisine seslendiğini duyunca “Buyrun hocam .”dedi. Sende bir gariplik var ne oldu?” diye soran hocaya ne cevap vereceğini bilemedi. Yok, hocam bir şey diyecek oldu ama yılların tecrübesi bir şeyler olduğunu hissetmişti. “Neyse evlat.”dedi “O halinin geçmiş olduğunu görüyorum her neyse yaşadığın gelmiş geçmiş olsun haydi bakalım arkadaşlarının yanına marş marş! ” deyiverdi. Emredersiniz hocam diye avazının çıktığınca bağırmıştı. Marş marş komutunun biraz mânâlı söylediğinden olsa gerek cevabı da  mânâlı olmuştu! 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.