Türkiye İstanbul Sözleşmesinden çekildi. Bazı çevreler kıyamet kopardı. Neymiş efendim, kadın haklarında geriye gidiyormuşuz.
İstanbul Sözleşmesi kadına haklarını veren bir sözleşme olsaydı, sözleşmenin imzalanmasından sonra kadına şiddet durur, hiçbir kadın öldürülmezdi.
Dünya kurulalı beri kadının bu kadar istismar edildiği bir yüzyıl yaşanmadı, sanırım… Avrupa’dan tüm dünyaya ihraç edilen batı medeniyeti kadını meta olarak kullandığı halde, kendisini kadın haklarının hamisi gibi gösterdi. Sanki daha önce kadın adam yerine konmuyormuş da, Avrupa kadına eşik atlatmış.
Evet, daha önce kadın adam yerine konmuyordu, ama İslam coğrafyasında değil. Avrupa’da konmuyordu. Kadını şeytan olarak gören, insan dahi kabul etmeyen anlayış ortaçağ Avrupa anlayışıdır. Ortaçağ’ı her yönü ile karanlıktır Avrupa’nın… Ama ayını şey İslam dünyası için geçerli değildir. İslam’ın doğuşu ile başlayan aydınlık, ortaçağda gözleri kamaştırır seviyededir. Kadın gerçek değerini islam ile bulmuş, aile kavramı islam ile kutsal hale gelmiş, toplum islam ile huzur ve saadete ermiştir.
İlahi kitabımızda kadının ve erkeğin hakları net bir şekilde belirlenmiş, aile ve akrabalık hukuku her şeyin önünde tutulmuştur. İslam; ne kadını erkekle yarıştırır, ne de birini birine üstün kılar. Yaradılışı gereği her iki cinse birbirinden farklı bahşedilen ayrıcalıklardan bir bütün oluşturur. Bireyin sınırsız özgürlüğünü savunan batı medeniyetinden ayrı olarak, bireylerin birbirine ihtiyaç duyduğu özgürlük alanlarından aile huzuru oluşturacak bir kesişim kümesi kurar. Kesişim kümesiyle birbirine bağımlı, farklılıklarıyla birbirinden ayrı iki kümedir aile çekirdeği. Kesişim kümesinin dokunulmazlığı esastır yüce dinimizde. Batı medeniyeti ise ailenin her ferdinin saygı duyması gereken, kollayıp korumakla vazifeli olduğu o kesişim kümesini ortadan kaldırır. Erkeği de kadını da adına ‘bireysel özgürlük’ dediği iki ayrı kümede değerlendirir. Koruyup kollamaları gereken aile ortaklığının kutsallarını görmezden gelir. Ortada saygı duyulacak bir değer olmadığından, erkek ve kadın aile kavramından ziyade menfaati önde tutar. Menfaat bittiğinde de her şey biter. Hani şimdilerde bir ‘birliktelik’ safsatası var. Moda haline geldi. İnsanlar evlenmiyor, ‘birlikte’ oluyor. Evliyiz demiyorlar, birlikteyiz diyorlar. Maalesef Türkiye’de de yaygınlaşıyor. Birlikteliğin ortak paydası ‘aile değerleri’ değil, menfaat. Toplumları helake götürecek bir durum bu, Allah esirgesin.
Avrupa, her daim kendini diğer coğrafyalardan ve medeniyetlerden üstün gören anlayışından kaynaklı faşistlikle meseleyi değerlendirir. Kendinden başkasını küçümser, yok sayar, ezer. Burada da durum aynı. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesinden çıktığını beyan ettiği saatten bu tarafa Avrupa Birliği ve bağlı ülkelerden gelen sert tepkiler ve eleştiriler her geçen gün daha da faşistleşen Avrupa’nın bizce malum narsistliğinden başka bir şey değildir. Avrupa’nın başkasını eleştirmeden önce bir aynaya bakması gerekmektedir. Avrupa’nın bir taraftan (başta nüfus artışı olmak üzere) aile kavramının yozlaşmasından duyduğu kaygıları dile getirirken, diğer taraftan aile kutsalının altına dinamit koyan İstanbul Sözleşmesi’nin hamiliğine soyunması anlaşılır bir şey değildir. Cinnet getiren bir ruh halidir. Avrupa bu saatten sonra girdiği çıkmaz sokaktan ne gururuna yedirip geri dönebilir, ne de ileriye doğru yol alabilir. Tek dişi kalmış canavarın ölüm saati yakındır.
Peki ya biz?
Biz ne yapıyoruz?
100 yılı aşkın süreden beri ‘batı aşığı’ zihniyetlerle bir yere varamadık. Ne, ‘batı medeniyeti bize göre değil’ deyip kestirip atabildik, ne de o medeniyeti içselleştirebildik. Bazen 2 ileri 1 geri, bazen 1 geri 2 ileri politikalarla debelenip durduk. Artık, ‘bu medeniyet bizim değil, bu medeniyet bizi ileri de götürmez, kendi özümüze dönmemiz gerekiyor’ diye, titreyip kendimize gelmeliyiz.
Ne zaman, patinaj yaptığımız zeminlerden sıyrılıp ileriye doğru hamle yapsak, birileri eteğimizden tutup geri çekiyor. Tüm ulvi değerlerimizle aydınlık bir gelecek bizi beklerken, artık kabak tadı veren erkek-kadın eşitliği tartışmaları ile zaman geçirecek vaktimiz yok. Biz cenneti annelerin ayağı altında bilen bir medeniyetin çocuklarıyız. Bizde kadın; anadır, bacıdır, yardır. ‘Ana-bacı-yar’ bizim kutsal değerlerimizdir. Aile bizim dokunulmazımızdır. Kadın hakları için İstanbul Sözleşmesine ihtiyacımız yok. Bize inancımız ve kültürümüz yeter. İstanbul Sözleşmesi batının olsun. Madem biz artık yokuz, ismini de değiştirsinler. Roma, Paris, Londra, Berlin… Ne korlarsa koysunlar. Yeter ki bizden uzak olsunlar. İstanbul bir sözleşmeye ad olacaksa, o sözleşme en güzeli olmalı. Esaslarını Hak’tan almalı.