Trafik kazasında vefat eden Haluk Dursun o metni paylaşmıştı
Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun, Bitlis’ten Van’a giderken içinde bulunduğu aracın şarampole devrilmesi sonucu vefat etti. Dursun, geçtiğimiz günlerde sosyal medya hesaplarından 'Ağlamadan okuyanlar bir daha okusunlar' diyerek Emin Işık'ın ''Cennete Mektup'' başlığındaki metni paylaşmıştı.
Bitlis’in Ahlat ilçesinde çeşitli ziyaretlerde bulunduktan sonra Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesine geçmek üzere Van’a giderken içinde bulunduğu 27 AA 348 plakalı aracın kontrolden çıkarak şarampole devrilmesi sonucu Bakan Yardımcısı Prof.Dr. Ahmet Haluk Dursun hayatını kaybetti.
Beraberindeki 3 kişi ise yaralandı. Yaralılar Erciş Devlet Hastanesine kaldırıldı. Dursun’un cenazesi de aynı hastanenin morguna götürüldü.
Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun, geçtiğimiz günlerde sosyal medya hesaplarından 'Ağlamadan okuyanlar bir daha okusunlar' diyerek Emin Işık'ın Selçuk Eraydın'a yazdığı ''Cennete Mektup'' başlığındaki metni paylaşmıştı.
İşte Dursun'un o paylaşımı:
''AĞLAMADAN OKUYANLAR BİR DAHA OKUSUNLAR...
Bir gün önce Emin Işık Hocamızın cenazesinde beraber olduğumuz aziz kardeşim Prof. Mustafa Küçükaşçı bu sabah bir yazı gönderdi.
Bu yazıyı okuyanlar ve anlayanlara ne mutlu...
Ağlamadan okuyanlar bir daha okusunlar...Emin Işık hocanın Selçuk Eraydın hocaya mektubu:
Cennete Mektup
Sevgili Selçuk,
"Geçmiş zaman olur ki, hayali cihana değer" derler. Şimdi seninle eskiden olduğu gibi sohbet edeceğiz. Hani şu birlikte olduğumuz, şiirden, tasavvuftan konuştuğumuz zamanlardaki gibi. Önce şunu ifade edeyim ki, ölümün acısını geriye kalanlar belki daha çok çekiyorlar. Sevenler, sevdikleriyle beraber taksit taksit ölüyorlar. Ne demek istediğimi çok iyi anlıyorsun sanırım. Mahir Bey hocamızın vefatında bu duyguyu sen de yakından yaşadın. Ancak o zamanlar gençtik. İleriye dönük hayallerimiz ve ideallerimiz vardı. Gerçekleştirmek istediğimiz emeller peşindeydik. Onlar bizi dünyaya bağlıyor, ayakta tutuyordu. Oysa hepsinin birer tûl-i emel olduğu zamanla anlaşıldı: Kimlere güvenmiş, nelere bel bağlamışız. Dev sandıklarımız birer cüce, arslan zannettiklerimiz birer çakal çıktı. Hayat galiba kırk yaşına kadar hayal kurmak, kırkından sonra da hayal kırıklığına uğramaktır.
O mübarek Mîrac gecesinde sen bizi perişan edip gittikten sonra hepimiz seni anmaya, birbirimize anlatmaya başladık. O günden beri seni konuştuk durduk. Acaba bizim anlattıklarımız gerçekten sen miydin? Senin şahsında biraz da kendimizi anlatıyorduk. Evet, evet daha çok kendimizi anlatıyorduk. Başka türlü de yapamazdık. "Mü'min mü'minin aynası" olduğuna göre, herkes sende gördüğü kendisini anlatıyordu. Seni tanıyanlar böyle yapıyordu. Seni yakından tanımayanlara, seni kelimelerle anlatmanın faydalı olacağına inanmak istemiyorum. Çünkü insanların tanışmaları yalnızca kelimelerle olmuyor. Bazen bir iyi hareket, bin güzel sözden daha tanıtıcı oluyor. Dış görünüşünü, atletik beden yapını, o güzel endamını, boyunu bosunu, kaşını gözünü, sıcak bakışlarını, tatlı dilini, sabırlı ve mütevekkil halini, insana güven veren dostça yaklaşımını konuşup duruyoruz: Yiğit insandı, alperendi, gönlü gözü toktu, cömertti, hamiyetliydi, derviş meşrepliydi, kibardı, iffet ve hayâ sahibiydi, vefalıydı diyoruz. Seninle ilk tanıştığımız günden itibaren bu hallerini sevmiş ve beğenmiştim. Ne yalan söyleyeyim, bu meziyetlerine imrenmiştim. Zaman zaman kendi kendime bu çocuk yoksa melek mi diye sorduğum da olmuştur. Çünkü bir insanda bu kadar iyi huy bir arada olamaz, insanoğlu bu kadar iyi niyetli olamaz diye düşünmüştüm. Sahi sen nasıl bu kadar iyi, herkese bu kadar dost olabiliyordun? Bunu anlayabilmiş değilim.
Seni çok sevdiğimi biliyordum. Sen de bunun farkındaydın. Ancak ben seni bütün bu güzel hallerinin, eşsiz hasletlerinin ötesinde daha derin duygularla sevdim. Sen de biliyorsun ki, bu saydığım meziyetler iki insanı dost yapmaya yetmez. Gönülden gönüle akan meveddet ırmakları olmadıkça insanlar birbirlerine dost olamazlar. Bana sorarsan, iman gibi, hidayet gibi, dostluk da kalblerimizi kudret parmakları arasında tesbih gibi çeken ilahî iradenin eseridir. "Vedûd" isminin tecellisiyle meydana gelir. Sevmek de sevmemek de kulun elinde değil, kişi ile kalbi arasına giren Allah'ın iradesiyledir. İlâhî iradenin böyle tecelli etmesi için "nefs-i emmâre"nin aradan çekilmiş olması lâzım. Evet, aynen böyledir. Ne demişler "Çekilirsen aradan, kalır seni Yaradan". (…)
Hani bir gün her şeyi para ile ölçen, para ile değerlendiren insanlardan, onların kuru ve karanlık dünyalarından söz ediyorduk. Ben "onların dünyasında her şey paradır. O dünyada para etmeyen hiçbir şeyin değeri yoktur. Kutsal dedikleri de paradır" demiştim de herkes hayretle birbirine bakmıştı. Yalnızca sen bana hak vermiştin, "Emin doğru söylüyor" demiştin. Sonra da Ziya Paşa'nın şu beytini okumuştun:
İman ile din akçedir erbâb-ı gınâde
Namûs-ı hamiyyet sözü kaldı fukarâde
Ah sevgili Selçuk, ah!
İnsanlar anlaşılmadıklarından, kendilerini hakkiyle anlayan kimseciklerin olmadığından yakınır dururlar. Oysa ben, seninle olduğum zaman, en ince duygularımı bile en sert ve kaba bir dille ortaya koymaktan sakınmazdım. Anlaşılmayacak veya yanlış anlaşılacak diye bir endişeye kapılmazdım. Sen onları yine de bütün inceliğiyle anlardın.
(…) İlahî kudret karşısında kulun ne kadar aciz olduğunu biliyoruz. Hani o son akşam sana şaka yollu takılmıştım: "Konuşmacı olarak gittiğin yerde halka, Mîraca nasıl çıkılacağını mı anlatacaksın?" demiştim. Daha doğrusu sen bana "Miracın mübarek olsun." demiştin de bunun üzerine ben de sana "kim çıktıysa ona mübarek olsun. Yahu, Mîraca çıkan yok, çıkaran var. Görmüyor musun âyet ne diyor? “Kulunu bir gece aldı götürdü" diyor. Koskoca peygamberi kendisi alıp götürüyor, bize gelince kılın namazı, çıkın Mîraca, buyuruyor. Kul gücüyle olacak şey mi bu? Galiba Fatiha Sûresi'ndeki "iyyake nesteîn" bunun içindir." dedim. Sen de tasdik eder gibi başını salladın. Sanki o gece gideceğini biliyordun. Ben bu akşam gideyim de sen de gör, diyor gibiydin.
Seninle beraber sohbete dalınca, zaman ve mekân boyutlarının tayyolduğunu hissederdim. Dünyayı unutur, onun hemm ü gamından da kurtulurdum. Seninle olan dostluğumun ebedî olduğunu biliyorum. Ben sana, senin gidişine değil, senden uzak kalışıma yanıyorum. Sana yazarken seninle beraber oluyorum. Bundan dolayı sana sık sık mektup yazacağım. Çünkü sana anlatacağım şeyleri başkalarına açamıyorum. Yanlış anlamalarından korkuyorum. Bundan sonra ya susmalıyım, ya da herkesin bildiği şeyleri tekrar etmeliyim. Yeni bir şey söylememek de zaten susmak demektir.
Seni seviyorum ve seni bana sevdiren Allah'a hamdediyorum. Emin Işık''
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.