Suud medyası PKK yayın organı gibi
Suudi Arabistan yönetiminin Barış Pınarı Harekatı’yla ilgili açıklamalarını, görsel ve yazılı medyadaki yayınlarını takip edenler, Türkiye’nin bu ülkeye savaş açtığını sanır.
Türkiye’nin Suriye ile kendi sınır hattı boyunca yürüttüğü Barış Pınarı harekâtının, arı kovanına çomak soktuğu anlaşılıyor. Harekât, sahadaki dengeleri değiştirmenin yanı sıra uluslararası ve bölgesel aktörlerin maskelerini de bir bir düşürdü. NATO müttefikleri ve stratejik ortaklarının ve Türkiye’ye karşı yıllardır terör örgütleriyle işbirliği yapan ülkelerin harekata yönelik sert tutum ve yaklaşımlar sergilemeleri bekleniyordu, fakat başta Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve bu iki ülkenin yörüngesindeki Arap Birliği, Mısır ve Bahreyn yönetimlerinin harekatı kınaması, görsel ve yazılı medyalarının 24 saat canlı yayınlarla, manşet ve yorumlarla savaş durumuna geçmesi adeta bir kara mizah örneği oldu.
Halklar (ve hatta yönetimler) nezdinde hiçbir karşılığı ve saygınlığı olmayan Arap Birliği’nin harekâtı kınayan ve “işgal” olarak niteleyen son bildirisi, üye ülkeler tarafından bile ciddiye alınmıyor. Uygulama mekanizmasından yoksun olduğu bilindiği için ise kimi üyeler ya bildiriyi imzalamıyor ya da kendi dışişleri bakanlıkları aracılığıyla alınan karara katılmadıklarını dile getiriyorlar. Arap ülkelerinin ABD, Rusya ve İran eliyle adeta birer “yıkım müzesine” çevrildiği zamanlar sessiz kalan Arap Birliği’nin, en az dört ülkenin (ABD, Fransa, Rusya, İran) ordusu tarafından ayaklar altına alınmış Suriye’nin egemenliğinden dem vurması ancak komedi olarak değerlendirilebilir. Üstelik Suriye’nin kuzeyindeki Arap nüfus, terör örgütü eliyle göç ettirilirken ve bölgenin kuzeyine “Rojava” adı verilirken, Arap rejimlerinin ve medyasının terör örgütü için bugün ağıt yakmasının hiçbir ahlaki tarafı da bulunmuyor. Birliğin, bugün dört Arap başkentini (Bağdat, Şam, Beyrut, Sana) elinde tutan İran’a karşı acilen toplandığı da hiç görülmedi. İsrail neredeyse her gün Suriye’nin egemenliğini ihlal edip önemli gördüğü mevzileri vururken de bu rejimlerden ses çıkmadı. Suriye’de çocuk, kadın, yaşlı demeden katliamlara imza atan Esed Rejimi'nin en önemli destekçisi Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suudi Arabistan’da görkemli şekilde ağırlandı, önemli anlaşmalara imza atıldı.
Suudi Arabistan yönetiminin Barış Pınarı harekâtıyla ilgili açıklamalarını, görsel ve yazılı medyadaki yayınlarını takip edenler, Türkiye’nin bu ülkeye savaş açtığını, Aramco gibi petrol tesislerini bombaladığını veya Riyad yönetiminin bataklığa saplandığı Yemen’de savaştığı İran destekli Husilere Ankara’nın silah desteği verdiğini sanır. Son Aramco saldırısının akabinde bile, Suud yönetimi ve medyası bu derece bir tepki ortaya koymamıştı. Hatta verdikleri tepki, Esed rejimi ve medyasının Barış Pınarı harekâtına gösterdiği tepkiyi bile gölgede bıraktı.
Suudi sermayeli El Arabiya ve El Hades televizyonlarının yanı sıra, Türkiye karşıtı haberlerin amiral gemisi Ukaz gazetesi başta olmak üzere tüm görsel ve yazılı medya, adeta terör örgütü PKK’nın yayın organı gibi yayın yaparken, dezenformasyon veya kara propaganda gibi yöntemlerle harekatın hedefini çarpıtmaya çalışıyor. Özellikle El Arabiya’nın muhabiri, Türkiye’nin operasyon düzenlediği bölgede iki çocuğu cadde ortasında yere yatırarak ucuz bir mizansene imza attı. Suudi Arabistanlı yetkililer şahsi sosyal medya hesaplarından Türkiye’yle ve operasyonla ilgili akla ziyan paylaşımlarda bulunurken, trol hesaplar da her zaman olduğu gibi bu dezenformasyondaki yerlerini aldılar.
Ukaz gazetesi “dünyanın Erdoğan’a karşı olduğu” tezini manşetlerine taşırken, adeta PYD/PKK’lı teröristlerin yayın organlığına soyundu. Gazete DEAŞ’lıların kaldığı cezaevinin vurulduğu ve militanlarının serbest kaldığı yalanı üzerinden bir algı oluşturarak okuyucularını aldatmaya çalıştı. Riyad El Cezire ve El Vatan gazetelerinin yanı sıra Şarkulevsat, El Hayat ve El Arab gibi gazeteler de harekatla ilgili yalan/yanlış haber ve yorumlara yer verdi. FETÖ ele başlarına mikrofon uzatan Suud medyası, terör örgütünün sınırdaki kentlere ve sivil alanlara gerçekleştirdiği saldırıları görmezden gelirken, adeta ağız birliği etmişçesine DEAŞ mensuplarının ailelerinin kaçışından ve 130 bin sivilin evinden olduğundan bahsetti. Hatta ABD Başkanı Donald Trump, Twitter üzerinden bu tür iddiaları yalanlayarak “Kürtler (YPG/PKK) bizi savaşa dahil etmek için bazılarını (DEAŞ mensuplarını) serbest bırakıyor olabilir” ifadesini kullanmak zorunda kaldı.
Ukaz yazarı Ahmed Avad Türk ordusunun Selahaddin Eyyubi’nin torunlarıyla savaştığını öne sürecek kadar seviyesizleşirken, El Cezire yazarı Muhammed Eş-Şeyh de harekata destek çıkan Katar’ın artık bir Arap ülkesi olmadığını ve Türkleştiğini iddia etti.
Ukaz gazetesi yazarı ve eski enformasyon bakanı müsteşarı Fehim El Hamid, ülkesinin Suriye politikasının hiç değişmediğini ve uluslararası hukuk çerçevesinde hareket ettiğini ifade etmişti. Halbuki Riyad yönetiminin Suriye olaylarının başladığı Mart 2011’den bu yana izlediği politikalarla bugünkü politikalarının taban tabana zıt olduğunu söylemek için siyaset uzmanı olmaya gerek yok. Üç yıl öncesine kadar, dönemin Dışişleri Bakanı Adil el Cübeyr, Suudi savaş uçaklarının Türkiye’nin yanında Suriye’deki DEAŞ’a karşı savaşacağını ve Türkiye’nin bu yöndeki çabalarını desteklediğini açıklamıştı. Zaten BAE ve darbeci Mısır yönetimi de Esed rejimiyle gizli bir ittifak halindeydi.
Suudi Arabistan, BAE ve Mısır “kardeş” diye nitelendirdikleri birçok Arap ülkesinde kanlı askeri operasyonlar gerçekleştirdiler. Riyad-Abu Dabi ikilisi Yemen’de insanlık suçları işlediler. Keza Libya’da BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne karşı darbeci General Halife Hafter güçlerine Mısır’la birlikte askeri ve lojistik destek veriyorlar.
Bugün Suriye’nin egemenliğini ve Arap ülkesi olduğunu hatırlayan Riyad yönetimi, olayların başladığı Mart 2011’den bu yana bu ülke için hiçbir şey yapmaması bir tarafa, Esed rejiminin zulmünü ve katliamlarını görmezden geldi. Hatta tam tersine, “DEAŞ’la mücadele” adı altında PYD/PKK’ya maddi ve lojistik destek çıkarak bu bölgelerde yaşayan Arapları arkadan vurdu. Bu da yetmezmiş gibi medyası, PKK ele başlarıyla birer devlet adamıymış gibi röportajlar yapıp, makaleler yazdırdı. Körfez İşleri Bakanı Tamir es-Sebhan 2017 ve 2019 yıllında Rakka ve Deyrizor’u ziyaret etti, terör örgütü ele başlarıyla görüşüp destek sözü verdi.
Esasında milyonlarca Suriyeli Arap, PYD’li teröristlerin merhametine bırakılmıştı ve bu durum sadece Türkiye için değil, tüm Suriye için bir tehditti. Peki, Suudi Arabistan Suriye topraklarının uluslararası güçler tarafından “yol geçen hanına” çevrildiğini ve bu ülkenin Arap kimliğinin hedef alındığını bilmesine rağmen, harekata neden bu kadar sert tepki gösteriyor? Ankara-Riyad hattında son yıllarda ilişkilerin iyice gerildiği ve kopma noktasına geldiği muhakkak. Mısır’daki darbe ve Katar ablukası sırasında ters düşen politikaların üstüne, geçen yıl işlenen gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinin eklenmesiyle, Riyad yönetiminin ve medyasının eline geçen her fırsatta güttüğü Türkiye düşmanlığının dozu artırıyor. Harekâta yönelik böylesi bir dezenformasyon ve kara propaganda faaliyeti, ancak Suud yönetiminin Türkiye’yi siyasi, ekonomik ve askeri olarak zayıflatma girişiminde olduğu gibi bir çerçevede okunabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.