Nurettin Bay
12 Eylül bitmedi
Bugün 12 Eylül… İnsanın içi neşeyle dolmuyor. O günleri hatırlayınca sevinelim mi, üzülelim mi karar vermek zor. Çünkü 1970’lerde anarşinin kucağına düşmüş bir Türkiye vardı. Her gün birkaç genç hayatını kaybediyordu. Başta üniversiteler olmak üzere gençler tamamen ikiye bölünmüştü. Sağ ve sol ideoloji adı altında farkına varmadan kimi Amerika’ya kimi Rusya’ya hizmet ediyordu.
İkinci Dünya Savaşı’nın doğurduğu çift kutuplu dünya, bütün üçüncü dünya ülkelerine bir dayatma yapıyordu: Ya komünizmin temsilcisi Sovyetler’in güdümüne girecektiniz ya da kapitalizmin başını çeken Amerika’nın. Yani, bir bakıma sömürge mantığı…
Her iki taraf da kendini kutsal bir davanın içinde sanıyordu ama aslında olan şey bambaşkaydı. Gösterilen tablo ile gerçekler birbirine tamamen zıddıydı. Aynı ülkede gençler birbirlerini öldürürken, silahlar dışarıdan geliyordu. Nitekim sonra öğrendik: “Bizim çocuklar darbe yaptı” sözleriyle 12 Eylül’ün Amerikan destekli olduğu ortaya çıktı.
Kenan Evren’in “Her iki taraftan da eşit sayıda astık” demesi de ayrı bir vehamet değil miydi? İşte bu yüzden bizim kuşağın zihninde hâlâ aynı soru duruyor: 12 Eylül bir kurtuluş muydu, yoksa yeni bir bataklığın başlangıcı mı? Bildiğimiz tek şey, kanın durduğudur. Aynı silahın sabah sağdan, öğleden sonra soldan bir genci öldürmesi zaten oyunun başka yerden kurgulandığını gösteriyordu.
Bugün de farklı mı? PKK, YPG, DEAŞ, El Kaide gibi örgütler güya bir ideoloji adına hareket ediyor görünüyor. Ama aslında kimin çıkarına çalıştıklarını sorgulamak lazım. Hiç duydunuz mu PKK’nın, DEAŞ’ın, YPG’nin Amerikalı ya da İsrailli birini hedef aldığını? DEAŞ, İsrail’in yanı başında konumlanıyor ama Gazze’ye tek mermi atmıyor. Peki neden? Çünkü hepsi bölgeyi dizayn etmek isteyenlerin taşeronu. Biraz dikkatlice düşünüldüğünde aslında 12 Eylül’ün bitmediğini görmek mümkün. Tıpkı dizi senaryoları gibi. Her sezon başlayan tüm dizilerde işlenen konular aynı. Sadece oyuncular farklı. Bu bölgede yüz yıldan buyana ABD-İsrail ortak yapımı senaryolar sahneye konuluyor.
İşte bu noktada gençliğin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Gençlik, her toplumun geleceği, dinamizmi, üretim gücü, icadı ve umudu demektir. Ama o gençliği doğru eğitebilirsek. Eğer Türkiye Cumhuriyeti okullarında yetişip de bu örgütlere katılan bir kişi bile çıkıyorsa, eğitim sistemimizi yeniden sorgulamak zorundayız.
Bir daha 12 Eylüller, 28 Şubatlar, 15 Temmuzlar yaşanmasın istiyorsak, gençlerimize dünya dengelerini, hakikatleri çok iyi anlatmamız gerekir. Ama hepsinden önemlisi dinimizi, kitabımızı, Peygamberimizin sünnetini doğru şekilde öğretmeliyiz. İyi anlatırsak, gençlik milletin omurgası olur. Anlatamazsak, daha çok uzun yıllar bu topraklarda debelenip dururuz...


Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.